Bir kedim bile yok, anlıyor musun, hadi gülümse!

Dün yolda yürürken gördüğüm o kediler rüyama girip uyandırdı gecenin 3’ünde beni. Yatakta bir sağa dönüyorum evin penceresinden bana bakan o ev kedisi, soluma dönüyorum hızlıca önümden geçip yan sokakta gözden kaybolan o sokak kedisi. Gecenin bu saatinde iki kedinin arasında uzanmış düşünürken bir müzik düştü kulağıma belki beni uykuya geri döndürebilir diye. Nafile! Önce kediler sürükledi beni bu yazıyı yazmaya, sonra müzik…

Bu yazıyı okumakta olan sevgili can, bu yazının içine girebilmek için 2 şey yapmanı isteyeceğim senden. Önce şu an bunları yazarken dinlediğim bu şarkıyı dinle okurken lütfen.

Sonra rüyama giren kedilerden hangisi olmak isterdin ona karar ver. Sokak kedisi mi yoksa ev kedisi mi?

Seçtin mi?

Harika! Hikayeme dönelim o zaman.

Şili’nin güney şehirlerinden biri olan Puerto Montt’un sahile açılan caddelerinden birinde ellerim cebimde yürüyorum sahile inip biraz okyanus havası almak için.

Yürürken , düşüncelerimde yürür hep benimle. Seninkiler de gelir mi peşinden?

Bazen yürürken düşünüyorum, bazen de düşünürken yürümeye başlıyorum mesela.

Ama bu sefer sokağa yürümek için çıktım,  ardından düşüncelerde takıldı peşime.  Sonra birden zincirleme trafik kazası gibi her yeni bir düşünce bir önceki düşünceye arkadan çarpmaya başladı, düşünceler birbiri içine girmeye başladı. Düşünce güüüüm yeni düşünce çaaaat daha yeni bir düşünce daaaan… Bir süre sonra oyun gibi geldi bu kafamın içindeki çarpışmalar… Arkadan çarpan mı suçlu yoksa ani fren yapan öndeki mi? Hangi düşünce ilk frene bastı, yoksa hayat ona kırmızı ışık yakmıştı da arkadan hızla gelen düşünce hayatın kırmızı ışığını farketmemiş miydi? İşte bu düşünce zincirlemesinde hiç alakası olmadığını düşündüğüm düşüncelerimin birbiri içine girmiş olmasına da bir yandan şaşırıyordum.  Herşey birbiriyle bağlantılı, birbirine bağlı bu evrende diye okumuştum geçenlerde. Belki ondandır bu düşüncelerinde birbiri içine böyle geçmesi…

O an yürürken önünden geçmekte olduğum evin penceresinden dışarı bakan bir kedi ilişti gözüme. Upuzun gri tüyleri arasında bir kısmı gözüken tasması, mahmur bakan gözleriyle hareketsizce dışarı bakıyor hiç kıpırdamadan.  Bir an ”Acaba gerçek mi?” sorusu en son düşünceye arkadan çarparken kedi bana doğru başını çevirdi yavaşça. Bir an bakıştık sonra kafasını az önce baktığı yöne yine çevirdi. Kedi beni hipnotize etti sanki, öylece durdum evin penceresinin önünde. 5 – 6 saniye kadar kediye baktım, tekrar başını bana doğru çevirdi, ayaklandı gerindi tüm güzelliği ile ön ayaklarının üstünde.

Kedinin gözden kaybolmasıyla kaldığım yerden yürümeye devam edeceğim sırada bir başka kedi fırladı hemen önümden geçerek yan sokağa doğru ve gözden kayboldu.

Yürümeye devam ettim ama kediler de girdi düşünceme. Oradan bir metafor oluşuverdi birdenbire:

Sıcak bir evde sahipleriyle yaşayan ev kedisi. Tasmasında şöyle yazıyor: Kılçık.  Henüz 1 aylıktı bu eve geldiğinde. Sobanın yanına hazırlanmış yatağında  kıvrılmış yatıyor tertemiz tüyleriyle. Kumları sürekli değişen tuvaleti, sahibinin klozeti ile aynı tuvaleti paylaşıyor. Sabah uyandığında sahipleri uyanmamışsa yatağa çıkıp uyandırıyor onları en minnoş miyavlamasıyla, maması ve suyu her daim mutfağın köşesinde aynı yerde duruyor. Sahipleri onun koca göbeğini okşarken ”Tombişim” diye seviyorlar onu. Aşı karnesi ile ailenin bir bireyi adeta. Eve gelen misafirlere onu şöyle tanıtıyorlar ”Bizim evin kedisi Kılçık, 4 yaşında, Van kedisi.”  Yemekten sonra pencere önüne çıkıyor , sahibi gelip başını okşuyor, güzel sözler söylüyor.

Sahibi ile birlikte pencereden dışarı bakıyorlar bir süre, sonra sahipleri işe gidiyor, ev ona kalıyor. Vitrinin tepesine çıkıp bir süre orada uzanıyor, oradan sahiplerinin yarı açık oda kapısından içeri süzülerek yatağın altına giriyor, oyuncak faresini buluyor, onunla oynamaya başlıyor. Canı sıkılınca salona geçiyor, halının saçakları ile oyunlar oynuyor. Karnı acıkıyor, mutfağa gidiyor. Karnı doyunca sobanın arkasındaki yerine geçip uyuyor. Uyanıyor, oradan pencere önüne geliyor, yağmurun yağışını seyrediyor bir süre. Yere zıplayıp koltuğun yanını tırmalamaya başlıyor. Mart ayı artık onun için hiç bir şey ifade etmiyor çünkü sahipleri onun yerine onun bebek sahibi olmamasına karar verdiler çoktan. Sonra dışardan gelen ayak seslerini duyuyor, evin kapısına doğru miyavlayarak ilerliyor. Miyavlıyor, kapı açılıyor. ”Kılçıııık” diye en sevimli ses tonuyla ona seslenen sahibinin ayaklarının arasında dolanmaya başlıyor. Bum karşılama sahibinin en sevdiği şey. Onu mutlu etmek için, uyuyor olsa  ile uyanıp her defasında onu kapıda karşılıyor. Sahibini mutlu ettikten sonra yine geçiyor pencere önüne. Güneşli haftasonları sahipleri balkonda kahvaltı ederken o da balkona çıkıyor. Temiz hava çarpıyor, içeri girip uyuyor. Uyanıyor, pencere önüne gidiyor. Güneş batıyor. Karanlıktan korkması için bir neden yok, güvenli ve emin ellerde…

Ama bir okyanus bile görmemiş gözleri, ormanların içinde kaybolmamış yüreği, bir nehrin sularına dokunmamış dili, yabancı ellerin şefkatini hissetmemiş bedeni, kuş sesleri ağaçların içinden ninni gibi gelmemiş bir ağacın altında uyurken, gerçek bir fareyi tutmamış ağzında. Ama her gün, karnı tok, sırtı pek olmuş.

Sokak kedisi. Tek bir adı yok. Kimi pisicik diye çağırıyor, kimi minnoş diye.  Evi sokaklar, yağmurda saçak altları, kar yağdığında karton kutular… Her gün değişik bir yerde uyuyor. Arada kuyruğuna basılsada boynunda yok bir tasması. Kimi insanlar şefkatle okşuyor bedenini, kimileri koşturuyor arkasından onu korkutmak için.

Karşısına çıkan köpekler karşısında tüyleri diken diken oluyor bazen. Başka kedilerle karşılaşıyor her sokakta. Arada oynuyorlar, aynı çöpü eşeliyorlar birlikte. Yemek bulmak için sokak sokak dolaşıyor, kimi zaman ise kasap dükkanlarının önüde bayram ediyor karnı.  Geceleri kendine güvenli yer aramaya başlıyor.

En sevdiği şeylerden biri fareleri yakalayıp, onlarla oyun oynamak. Çatılarda dolaşmayı seviyor, kelebeklerin arkasından koşarken ondan mutlusu yok. Balıkçı teknelerinden atılan balıkları yiyor, o tekneden diğer tekneye atlıyor, ağlara takılıyor arada ayakları. Kaptan köşkünün çatısına uzanmış denizi seyrederken güneşi batırıyor mesela. Güneşli günlerde ağaç altlarında uyuyor. Bazen zengin bir bahçede buluyor kendini, çiçekler arasında özgürce dolaşıyor. Hayatı kokluyor yaşamak için! 9 canlı olduğunu bildiği için midir bilinmez risk alıyor mesela en güzel manzarayı izlemek için dikenli tellerin arasından geçerken, bir uçurum kenarlarında yürürken.

Soyu aynı, seçtikleri hayatları farklı bu iki kediyi düşünürken okyanus kıyısına varmışım. Bir kayanın üzerine oturdum, sonra bir şarkı tuturdum. ”Bir kedim bile yok anlıyor musun hadi gülümse”

Ya sevdiğin hayatı yaşa, yada yaşadığın hayatı sev. Bu kadar basit ve bu sana bağlı. Eğer yaşadığın hayatı sevmiyorsan değiştir, seviyorsan da şükret !

Yorum yapılmamış

  • Sevgili Hale,
    Yazılarını beğenmek için yetişemiyoruz, eline, emeğine, ruhuna sağlık.
    Tebrik ederim, Sevgi, barış, ve huzur temennilerimle
    ibrahim Erdoğan

    Yanıtla
    • Çok teşekkür ederim İbrahim, yorumlarınla beni çok mutlu ediyorsun.Temennilerim temennilerimdir!Şili’den sevgiler?

      Yanıtla
  • 1.Ya sevdiğin hayatı yaşa, yada yaşadığın hayatı sev. Bu kadar basit ve bu sana bağlı. Eğer yaşadığın hayatı sevmiyorsan değiştir, seviyorsan da şükret
    2.Ólafur Arnalds, Arnór Dan & Douglas Dare – Say My Name
    ayrı ayrı çok güzel
    teşekkürler

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Bunlarda İlginizi Çekebilir