1 seneyi aşkın Güney Amerika’yı (Brezilya, Paraguay, Arjantin, Uruguay) sırt çantamla keşfettikten sonra, 8 ay önce Şili Patagonyası’ndan başlayan yolculuğumda neredeyse tüm Şili’yi pedalladıktan sonra ulaştığım Bolivya’yı da pedallayarak kısa bir zaman önce Peru’ya ayak bastım.
Peru hakkında duyduklarım ve okuduklarım, Peru’nun And Dağları rotasında pedallamanın pek kolay olmayacağı yönündeydi. “Geri adım atmak yok” diyerek düştüm yola bisikletim Feliz ile.
Peru, kocaman And Dağları ile dikildi resmen karşıma! 4000 mtlerden 2000 mtlere yokuş aşağı bisiklet sürmenin tadına doyum olmaz, Bolivya’daki Ölüm Yolu’ndan (Death Road) farksız Gel gelelim 2000 mtlere indiğimde yine karşıma 4000 mtlik bir dağ çıkıyor, pedalla babam pedalla! Ekvator’a varana kadar Peru beni sıfır beden yapacak bu gidişle
Peru insanını soracak olursanız; oldukça sıcakkanlı ve hoş sohbet 🙂 Çoğu Türkiye’yi tanımıyor, tanıyanlar da Peru televizyonlarında yayınlanan Türk dizilerinden biliyor bizleri. (Fatmagül’ün suçu ne, Binbir Gece..) Yollarda karşılaştığım çocuklar meraklı bakışlarla bana bakıp el sallıyorlar. İşte o an And Dağları’nın yorgunluğunu atıyorum.
“Ne yersin, ne içersin oralarda?” diye sorarsanız; Peru patates ve mısır cenneti adeta. 2000 metrelerdeki yemyeşil köyler mango, muz, papaya, avokado ağaçları ile dolu.
Güney Amerika kış mevsimi yaşıyor olsa da dağların eteklerinde sivrisineklerle dolu bir yaz, dağların tepelerinde ise geceleri kazma kürek yaktıracak bir kış yaşanıyor. Anlayacağınız bugünlerde 1 günde 4 mevsim bana 🙂