Bolivya’da gezilecek yerler diyince insanların akıllarına önce Dünya’nın en büyük ve en yüksekte bulunan tuz gölü Uyuni, sonrasında Dünya’nın en yüksekte bulunan başkenti La Paz yada Güney Amerika’nın en büyük gölü olan Titicaca Gölü gelir. Bu süper 3’lünün dışında Bolivya gezi rehberini genişletmeye ne dersiniz?
Bolivya Gezi Rehberi
Bolivya’da görülmesi gereken yerlerin başında benim için La Higuera köyü de yeralıyor. Bolivya haritasına bakıldığında ülkenin hemen hemen orta kısmının biraz aşağısında bulunan, yarı tropik iklime sahip yaklaşık 50 kişinin yaşadığı bu köyü önemli ve özel kılan ise Che Guevara’nin yakalandığı ve öldürüldüğü yer olmasıdır.
Elimde Che’nin Bolivya’da bulunduğu sırada yazdığı günlüğü “Bolivya Günlükleri”, kulağımda ise Kübalı şarkıcı Silvio Rodriguez şarkıları ile La Higuera köyüne gitmek üzere Samaipata’dan yola çıkıyorum.
“Ruta del Che” yani “Che’nin Yolu” adı altında bu bölgeye tur duzenleyen tur firmaları var, ulaşımın zor olduğunu öğrenmeme rağmen Che ile buluşmaya tek başıma gitmek daha cazip ve anlamlı benim için.
Bolivya’da şehirlere ve büyük kasabalara otobüsle ulaşım pek sıkıntılı değil sadece 100 km’lik yolu 3 saatte almayı göze almanız lazım. Dağlar arasındaki virajlı ve toprak yollar ulaşımı zorlaştırıyor. Fakat La Higuera gibi 50 kişinin yaşadığı bir köye ulaşmak insana bacak kası ve bronz bir ten yaptırıyor.
Samaipata’dan 16 km uzaklıktaki Mairana kasabasına ulaşmak ve buradan Vallegrande’ye giden otobüsü yakalamak için otostop çektiğimde aracın sahibi benden 7 BL istiyor. (Bugünlerde 1 Bolivyano 0,43 TL civarında) Otostop mantığını dilim döndüğünce anlatmaya çalışsamda adamın ciddiyeti karşısında ücretini ödeyip araçtan ayrılıyorum. Mairana’dan 40 BL ödeyerek 3 saatte ulaştığım, 120 km uzaklıktaki Vallegrande’den tekrar Pucara köyüne giden otobüse binip 25 BL ödedikten 2 saat sonra Pucara köyüne ulaşıyorum. O gün için La Higuera’ya giden araç olmadığını, yüksek bir ücret edeyerek (150 BL)taksiyle ulaşabileceğimi öğrenince Bolivya’nın oldukça konforsuz otobüsleriyle bu dağ başındaki köye kadar yaptığım yolculuktan bitap düşmüş bir halde La Higuera’ya ne kadar uzaklıkta olduğumu anlamak için telefonuma yüklediğim maps.me harita uygulamasına bakıyorum.
Köye 20 km uzaklıktayım. Hava güneşli, etraf yemyeşil. Yürünebilecek en güzel yollardan biri sadece bolca güneş kremine ve suya ihtiyaç var. 4 saat boyunca yürüyerek ulaştığım köy yolu boyunca sadece 1 araç görüyorum, oda ambulans ve durmuyor otostop çekmeme rağmen. Sağlık olsun, Che’nin ayak izlerini takip edede yürümeye devam ediyorum.
Güneş batarken köye ulaştığımda, o gece konaklayacak bir yer ararken köyde yaşayan ailelerden biri bana odalarından birini 20 BL’ya kiralıyor. 3 yatak, 1 masa ve 1 tv bulunan küçük bir oda.
Köyün meydanına doğru yürüyorum. Che’nin heykeli karşılıyor beni meydanda, heykelin yakınlarındaki bakkal teyze ile sohbete koyuluyorum, aç olduğumu söyleyince 10 BL’ya pilav-salata-yumurta-mote(haşlanmış mısır taneleri) tabağı yapabileceğini söylüyor.
Bir yandan yemeğimi yerken, bir yandan da Che’nin Bolivya günlüklerini okumaya devam ederken 16 Mart 1967 tarihinde günlüğüne yazdığı şu cümle ile karşılaşıyorum: “ Atı yemeğe karar verdik, çünkü yeterli beslenemediğimiz için sağlığımız bozuluyor.” Ağzımdaki mısır taneleri boğazıma düğümleniyor.
70’lerindeki bakkal teyze bu köyde doğmuş ve tüm hayatını bu köyde geçirmiş. Sohbet ederken Che’nin bu bölgede olduğu dönemde, herkesin korku içersinde evlerinde saklandığını ve silah sesleri ile uykuya daldıklarını söylüyor. Duvardaki Che’nin çerçevelenmiş fotoğrafına gözüm ilişiyor, öldürüldükten sonra çekilmiş olan fotoğrafı. Gözleri açık ve dudaklarında bir gülümseme…
Yemekten sonra köyün karanlık sokağında o gece konaklayacağım eve doğru yürürken içimden Che’nin en sevdiğim sözlerinden birini tekrarlıyorum adeta bir mantra gibi: “Peşinden gidecek cesaretin varsa, bütün hayaller gerçek olabilir…
Bundan 4 yıl önce işimden istifa edip yola çıktığımda aklımın ucundan bile geçmezdi bir gün Che’nin ayak bastığı bu topraklara kadar ulaşacağım. Bazen cesaret, hayal etmediklerine bile ulaştırabiliyormuş insanı.
En güzel uyandırılış biçimidir sevgilinin kondurduğu öpücük, o yoksa horoz sesini tercih ederim…
Horoz sesleri ile La Higuera’da güneşli bir güne uyanıyorum, yanağımda Che’nin ruhunun öpücüğü…
Bakkal teyzenin bir gece önce tarif ettiği Quebrada del Churo’ya yani Che’nin 8 Ekim 1967 tarihinde Kuzey Amerikalı ve Bolivyalı askerler tarafından kıstırılıp yakalandığı dağ geçidine gitmek üzere yola çıkıyorum.
Çalılıkların arasında yürümeye başladığımda arkamdan gelen ayak seslerini duyuyorum. Hayal gücümün kuvvetine bazen ben bile şaşırırım, düşünsenize arkamı bir dönüyorum Che karşımda! Ağzından düşmeyen purosu ile bana bakıyor ve ağzından şu cümleleri dökülüyor: “Dik dur ve gülümse. Bırak neden gülümsediğini merak etsinler”
Hayallerimde arkamda Che, gerçekte ise Arjantinli bir çift. Tanışıyoruz ve birlikte yürümeye başlıyoruz. Che ile aynı topraklarda doğmuş bu çiftle 2 saat boyunca sık çalılık ve bodur ağaçların içinden yürüdükten sonra incecik akan bir dere yatağının yanında bulunan Che’nin yakalandığı noktaya ulaşıyoruz.
Yapraklarını dökmüş bir yemiş ağacı, sanki bir daha yaprak açmayacakmışcasına.
Ağacın hemen önünde, yerde taşlardan yapılmış bir yıldız ve etrafında da yine taşlardan yapılmış oturaklarda “Zafere kadar” ve “Yaşa Che” yazıları göze çarpıyor.
Yemiş ağacının altına oturup geçmişe kulak kabartıyorum; Bolivyalı ve Kuzey Amerikalı askerler Quebrada del Churo’nun etrafını sarmış. Che’nin tüfeğinin namlusuna saplanan merminin sesi kulaklarımda patlıyor o an, tabancasına uzanan elinin büyük bir hüsranla yere düştüğünü görüyorum şarjörün yerinde olmadığını görünce. O an bir mermi baldırına saplanıyor, kafasından çıkarmadığı yıldızlı beresini ise diğer bir mermi delip geçiyor. Vadiyi tırmanmaya çalıştığını görüyorum arkadaşının yardımıyla ama çok geç! Bolivyalı çavuş silahını doğrultmuş Che’ye bakıyor. Che esir düşüyor.
Askerler Che’yi La Higuera köyünde bulunan okula götürdükleri yolu, Che’nin koca ayak izlerini takip ederek tekrar köye varıyorum.
Bir zamanlar okul, şimdi ise müze olarak kullanılan bu tek katlı salondan içeri giriyorum. Che’yi konuşturmaya çalıştıklarını görüyorum, o ise sorgu vermeyeceğini söylüyor. O an kapıdan Che’yi öldürmekle görevlendirilmiş çavuş Mario Teran giriyor. Che’nin Terra’ya soğukkanlılıkla bakışı ve son sözleri tüm bedenimi ürpertiyor: “Beni öldürmeye geldiğini biliyorum. Ateş et ödlek alt tarafı bir adam öldüreceksin.”
Bam! Bam! Bam! Che’nin bileklerini ısırdığını görüyorum, bağırmadan ölmek istiyor. O an Che’nin gözleri gözlerimle buluşuyor ve gözlerinden dökülüyor adeta kelimeleri:
“Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımızı almak için başka eller uzanacaksa ve başkaları mitralyöz sesleri, savaş ve zafer naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaksa, ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, hoş geldi, safa geldi!..” diyor
Kıvırcık saçlarına ve tek yıldızlı beresine dokunarak veda ediyorum Che’ye bir çoğumuza örnek ve ilham olan hayatının son nefesini verirken. Hoşçakal Che…
Ruhuna teşekkür ettiğim insanlardan biridir Che!
Arjantin’de tıp eğitimi görürken arkadaşı Alberto ile motorsiklete atlayıp Güney Amerika yolculuğuna çıkan Che’nin hikayesinin anlatıldığı “Motorsiklet Günlükleri” kitabını okuduktan ve filmini izledikten sonra yolda olmaya dair bakış açımın genişlediği doğrudur.
Yolda olmak sadece güzellikleri değil eşitsizlikleri, yoksulluğu, adaletsizliği de görmek bunlara çare bulmaya da çalışmak demek benim için.
Peki Che’yi bir çok insan için bu kadar özel ve efsane kılan neydi sizce? Benim için Che’yi özel kılan; çok net bir şekilde söyleyebilirim ki savunduğu fikirleri eyleme geçirmesidir. Rakı masasında sözlerle ülke kurtaran adamlardan olmamasıdır, ayıldığında yine kapitalist sistemin kölesi olmayı kabul etmeyip bunun için çare bulmak için mücadele etmesidir.
Konuşmaya geldi mi aslan kesildiğimiz ama “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek yaşayıp giderken Che’nin ailesine yazdığı mektuptaki bir cümle beni derinden etkiler:
“Her şeyden önce de dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir kişiye karşı yapılan herhangi bir haksızlığı daima yüreğinizin en derin yerinde hissedebilin.”
Yorum yapılmamış
Che Guevara’yı harika anlatmışsın. Kendimi destansı bir hikayede bulsam da sonu mutlu bitmiyor ne yazık ki! Fakat Che Guevara senin bu cümleni okuma fırsatı bulsaydı eminim doğru işler yaptığına emin olacaktı : “Yolda olmak sadece güzellikleri değil eşitsizlikleri, yoksulluğu, adaletsizliği de görmek bunlara çare bulmaya da çalışmak demek benim için.”
Her satır ayrı yerlere götürdü beni. 4 saatlik yol yürümeni ayakta alkışlıyorum ben olsam acaba yürüyebilir miydim diye düşündüm bir an. 50 kişilik bir köy gerçekten de ilginçmiş. Çok fazla mısır vardı halk gece gündüz mısır mı yiyor orada? Onu da merak ettim. Che’ye gelince bilmediğim ne de çok şey varmış dedim okurken. Mesleğinden istifa ederek yollara düştüğünü de bilmiyordum.
Yolun açık olsun cesur kadın. Kendine dikkat et.
Yine bitecek korkusuyla okuduğum güzel hikaye daha…
Yüreğine sağlık…
Cesur yurekli gezgin kadin,kutluyorum sizi.
Sevgiler,sayglilar.
Mehmet Öget
Stockholm/sweden
Tesekkurler <3
Uzun zaman sonra , Che’nin sözleriyle ve anlatım gücünle ağlanttın beni Hale.
Yol’un açık olsun , klavyene ve pedalına sağlık…