Peru, 3 ana bölgeden oluşuyor. Costa dedikleri Pasifik Okyanusu’nun kıyı kısımlarının olduğu bölge, Sierra dedikleri And Dağları’nın ve yüksek kesimlerinin olduğu bölge ve Selva dedikleri yağmur ormanlarının olduğu bölge.
Bu 3 bölge, iklimi, yeryüzü şekilleri, insanları, yeme-içme ve kıyafet kültürleri konusunda oldukça farklılıklar içeriyor . Costa bölgesinden, Selva bölgesine gittiğinizde kendinizi bambaşka bir ülkedeymiş gibi hissedebilirsiniz. Aslına bakarsanız insanın hiç sıkılmadan, her gün değişik bir kültürle karşılaşabileceği bir ülke Peru…
Hatta bu 3 bölge, kendi içinde de bir çok etnik grubu barındırıyor. Her ne kadar İspanyollar’ın buraları işgal etmesinden sonra bu etnik gruplar dillerini ve dinlerini kaybetmiş olsalar da, geçmişten gelen gelenek ve göreneklerinin bir kısmını bugüne kadar taşımışlar.
Sierra bölgesinde uzun süre pedalladıktan ve Costa bölgesini de ziyaret ettikten sonra, tüm kışlık kıyafetlerimi bırakıp, yanıma sivrisinek ilacımı da alarak Selva bölgesine, Amazonlar’a gitmek üzere yola koyuldum. Pucallpa’dan kalkan 7 günlük gemi yolculuğu ile Amazon nehri kıyısında yeralan Iquitos şehrine giderken, gemide tanıştığım Perulular, Amazon nehri kıyılarında yaşayan yerli halklardan bahsettiler. İşte o zaman Bora kabilesinden haberdar oldum.
Iquitos’a varır varmaz bu kabilenin yaşadığı bölgeye nasıl ulaşabileceğimi araştırmaya başladım.
Daha önce Peru’nun farklı yerlerinde farklı zamanlarda karşılaştığım ve Iquitos’ta da tesadüfen karşılaştığım Alman Jonas ile Nanay ve Momon nehri kıyılarında yaşayan Boralar’a ulaşmak için Iquitos’un merkezinden bindiğimiz mototaksilerle 20 dakikada Puerto de Bellavista Nanay’a ulaşıp, buradan kalkan ve yaklaşık 30 dakika süren,8-10 kişilik teknelerle yaptığımız yolculuk sonrası tekne bizi Boralar’ın yaşadığı yere yakın bir yerde bıraktı. Yaklaşık 2 saatlik yürüyüşten sonra küçük bir yerleşim yerine vardık fakat daha önce bana tarif edilen yer ormanın biraz daha derinlerindeydi.
Sıcak ve nemden yorgun bir halde yürümeye devam ettikten sonra, içlerinde Boralar’ın şefinin de bulunduğu 15 kadar ailenin yaşadığı yere ulaştığımızda maloca ismini verdikleri palmiye yapraklarıyla yapılmış çatısı olan ve ağac dalları ile etrafı örülmüş yapı ile karşılaştık.
Malocanın etrafında dolanan 3 erkekten biri bizi gördükten sonra bize doğru gelmeye başladı. Yanımıza geldiğinde kendimizi tanıtıp, etrafı dolaşmak ve kendileri ile tanışmak için izin istedik. Konuştuğumuz kişi, kendisinin kabile şefinin oğlu olduğunu ve şefinde biraz sonra burada olacağını söyledi. Altında bir şort, üstü çıplak bu adamın tenini güneş kavurmuştu adeta.
Çevreye büyük bir sessizlik hakimdi. Palmiye ağacının yapraklarından yapılmış çatılı evlerin duvarları olmadığı için, evlerin iç kısımlarını görmek mümkündü. Hamaklarda sallanan bir kaç kişi ile selamlaştık, iki kadın yanlarında da bir kız çocuğu bir ağaç gölgesine oturmuşlar sohbet ediyorlardı. Birbiri ile iç içe olmayan 10 kadar küçük ev arasında dolanırken kafasında renkli kuş tüylerinden yapılmış bir taç, boynunda kolyeler, üst tarafı çıplak, alt tarafında ise üstünde çeşitli geometik şekiller çizilmiş bir etek giymiş, elinde machete dedikleri pala bıçağı ile yaşlıca bir adam bize doğru gelmeye başladı.
İnsan bir kabile şefinin elini sıkarken heyecanlanabiliyormuş yahu 🙂
Kabile şefinin başında bu bölgede yaşayan papağanların tüylerinden yapılmış bir taç, boynunda ise anakonda yılanının dişlerinden ve burada yetişen bir bitkinin tohumlarından yapılmış kolye vardı.
Gayet konuşkan ve güleryüzlü olan kabile şefi, kabilesi hakkında bizimle yaklaşık 1 saat kadar sohbet etti.
Bora kabilesi üyeleri, kendilerine ait Bora dilini konuşuyor olsalar da hepsi İspanyolca’da öğrenmiş.
Zamanında çeşitli kabilelerle yaptıkları savaşlar sonucunda Kolombiya’dan buraya göçmüşler. Asıl kökenleri ise Peru değil Kolombiya olan Boralar da İspanyol işgalinden sonra dinlerini ve dillerini değitirmek zorunda kalmışlar.
Bugüne kadar ulaşmış 2000 kadar nüfusu olan Boralar, daha önce doğa inancının yerini bugün hristiyanlığa bırakmış durumdalar.
Kabile üyesi olmayanlarla da evlenmeye açık olan Boralar, el sanatları ve balıkçılık ile hayatlarını sürdürüyorlar. Peru hükümetinin ise kabileye herhangi bir maddi yardımı bulunmuyor.
Doğanın içinde buldukları malzemelerle çeşitli hediyelik eşyalar yapan kadınların yerel kıyafetleri ise yine geometrik şekiller çizilmiş bir etek ve üst tarafı ise çıplak. Biz burayı ziyaret ederken hem üstüne atlet geçirmiş hem de üstsüz olarak dolaşan kadınlar da etrafımızdaydı.
Namus denilen olgunun, kültürden kültüre nasıl değişiklik gösterdiğinin canlı örneği içinde yürüyordum. Bora kabilesi kadın üyelerinin göğüslerini açıkta bırakarak yaşaması normal sayılıyordu. Bazen kadının saçını açıkta bırakıyor olmasının bile namussuzluk olarak düşünüldüğü kültürden gelen bir kadın olarak kültürn kadınları nasıl şekilden şekile soktuğunu düşünüyordum bir yandan da kabile şefini dinlerken.
Meydan diyebileceğimiz alanda yeralan malocanın içinde elleriyle yaptıkları hediyelik eşyaları sergileyip, satışa sunuyorlar.
Elişlerinin içinde, Amazon kültüründe yeralan, kutsal sayılan ve şifa verdiğine inanılan Ayahuasca ağacına ve çeşitli ayahuasca motiflerine rastgelsekte Bora kültürü içinde ayahuascanın yeralmadığını öğrendik.
Iquitos’un merkezinde yeralan hediyelik eşya standlarında da sıkça bu tarz hediyelik eşyalara rastlanıyor. Bu tarz eşyalar ya sizi kötülüklerden koruyor yada kötü ruhları evlerden uzak tutuyor.
Ağaç liflerinden iplik elde ederek ördükleri çantalar, tohumları ardı ardına sıralayarak oluşturulmuş kolyeler, kuş tüylerinden küpeler gözalıcı.
Ayrıca hayvan iskeletleri ve derilerini de yaptıkları elişlerinin içinde görmek mümkün.
Şef yanımızdan ayrıldıktan sonra, hediyelik eşyalar arasında bulduğum kuş tüylerinden yapılmış tacı, bisikleti ile Güney Amerika’yı dolaşan Jonas’ın kafasına iliştiriverdim hemen. Ondan da iyi şef olmaz mı sizce de 🙂 Eminim şef olsa kabiledeki herkesin altına bir bisiklet çeker ve kabilenin her üyesinin günde en az 3 saat bisiklete binmesini ilk 5 kuraldan biri yapar 🙂
Boralar, turist ziyaretine açık bir kabile. Bazı zamanlarda kendi özel danslarını ve eskiden gelen dini ritüellerini sergiledikleri günlerde organize ediyorlar.
Okul yaşına gelmiş çocukların hepsi, yakın çevredeki okullara gidiyorlar.
Oldukça sade ve doğayla uyum içinde yaşayan Boralar’ın yanından ayrıldıktan sonra Jonas ile hemen hemen Dünya’nın her yerindeki hediyelik eşya standlarında görebileceğiniz ve bizim de Boralar’ın ürettikleri hediyelik eşyalar arasında gördüğümüz düşkapanı (Dreamcatcher) üzerine konuşuyorduk.
Bir çok kişi bu fikrin kimlerden geldiğini bilmez ama evinin bir köşesinde bulundurur. İşte bu kabuslardan korunmak için yapılan rüyakapanlarının kökeni Kuzey Amerika’nın en büyük yerlilerinden biri olan Ojibway Kabilesi’ne dayanır. Bu kızılderili kabilesi şu an içinde bulunduğumuz karmaşanın nedenine ışık tutacak bir laf etmiş zamanında:
“Her şeyin temeli sevgi ve saygıdır! Herşey çok sadedir aslında; onları biz karmakarışık hale getirip zorlaştırdık. Bu yüzden de sonunda kafamız karıştı. Yapmamız gereken, her şeyi eski sadeliğine döndürmektir. Böylece bozulan düzenimiz yeniden kurulacaktır.”
♥
Yorum yapılmamış
Nefesimi tutarak sanki sizinle beraber oradaymişcasina heyecanla okudum. Anlatım tarzınız ve bütünleyici resimler çok iyi. İyi sadece görmüyor içtenlikle paylaşıyorsunuz. Şanslıyım sizinle geziyorum. Sağlıcakla kalin
Asil ben tesekkur ederim benimle gezdiginiz icin <3
harika yazı olmuş