Yıllar önce okuduğum kitaptaki karakterle bambaşka bir ülkede karşılaşacağım aklımın ucundan geçmezdi. Kabuk Adam, Almanya’da karşıma çıktı.
Sonbaharın sararttığı Frankfurt sabahına uyandığımda, ilkbahara ”Merhaba” diyen Meksika’nın Cancun şehrine uçucak uçağa beni götürecek bir taksi yanaşıyor kaldığım evin önüne. Kutunun açılması ile içinden yaylanarak dışarıya fırlayan palyaçoları andırırcasına rastalı saçları ve kocaman gülümsemesiyle siyahi, zayıf bir adam çıkıyor arabanın içinden. Bir çırpıda yerde duran çantalarımı, bir kutunun içindeki bisikletimi aldığı gibi taksinin içine yerleştirirken gülümsemesini sürdürüyor olması beni de gülümsetiyor.
Henüz iki gün önce tanıştığım ve beni Frankfurt’taki evinde ağırlayan Seden’e taksinin camından el sallarken bildiğim topraklardan, bilmediğim topraklara doğru gidecek olmanın heyecanı var üstümde. Bilinmeyene doğru giderken, bilinmeyeni bilinir kılacak olmanın heyecanıyla taksiciye tekrar ”Günaydın” diyorum İngilizce, ardından ilk tanışma cümleleri.
”Türk müsün?” diye bana soruyor. Nasıl anladığını soruyorum, ”Arkadaşınla Türkçe konuşuyordun, buralarda çok Türk arkadaşım var, Türkçe’ye aşinayım” diyor. Ben ona nereli olduğunu sorduğumda hayatımda ilk kez duyduğum bir cevabı alıyorum: Eritre. ”Eritre? Şey Afrika’da küçük bir ülke orası değil mi?”
Sadece adını bildiğim bir ülkenin topraklarında doğmuş bu adamın ağzından ülkesine dair cümleler dökülürken birden Eritre‘de buluyorum kendimi.
Taksinin şoförü anlattıkça ben Eritre‘nin şehirlerinden birinin sokaklarında dolaşmaya başlıyorum muson yağmurları altında, bir kilisenin yanından geçerken uzaktan bir caminin minaresini görüyorum, elimden tutup Yahudi mezarlığına götürüyor beni. Yolda karşılaştığım herkes başka başka diller konuşuyor Eritre‘de. ”Resmi dili ne bu ülkenin peki?” diye soruyorum, ”Resmi dilimiz yok” diyor. Şaşkın şaşkın suratına bakarken Kızıldeniz kıyılarına götürüyor beni, eşsiz güzellikteki sahillerinde yürürken adalar çarpıyor gözüme. Eritre‘nin İtalyanlar’ın sömürgesi olduğu zamanlarda buralarda yaşayan İtalyanlar’ın torunlarıyla buluşturuyor beni, İtalyanca konuşuyorum onlarla da. Futboldan sonra bisiklet yarışının çok yaygın bir spor olduğunu söylediğinde Afrika kıtasının tek bisiklet yarışı Tour of Eritrea’da yarışan bisikletçilere tezahürat yaparken buluyorum kendimi. İtalyanlar Eritre’yi sömürmelerinin karşılığında hediye diye bırakmışlar bu bisiklet yarışını sanki. Sonra ülkesindeki sıkıntılardan, sorunlardan bahsediyor, zorunlu askerlik yapmak istemediği için ülkesinden kaçış hikayesini anlatmaya başlıyor, ”Almanya’ya kaçmaya karar verdim” diyor, korkmaya başlıyorum, onun peşine takılıp Almanya’ya kaçmaya çalışıyorum ben de, kaçarken kalbim sıkışıyor, karanlığın içinde kaybolan simsiyah bu adamın arkasından koşuyorum, gecelerce ağlıyorum, bilinmeyene doğru giderken bilinmezlik acı veriyor bu sefer. ”8 sene oldu Almanya’ya geleli” dediğinde yine yüzünde o kocaman gülümsemeyle yüreğim ferahlıyor ve birden yine taksinin içinde buluyorum kendimi.
”Hemencecik kaynaşıvermiştik, çünkü ikimiz de tutunamayanlardan, ömür boyu hep “dışarıda” kalanlardandık.” Aslı Erdoğan, Kabuk Adam